Bağbozumu Şarkıları

Şükrü Erbaş

Gecikme
Paul Éluard’ı anarak

Uyuyan şu insanların rüyaları adına
Geceyi hırka gibi giyinmiş uykusuzluğun acısı adına
Ağaçların yaprak yaprak gökyüzüne uzanmış arzusu adına
Sokak köpeklerinin ezanla başlayan ulumaları adına
Denizin büyük mavi karanlığı adına
İncinmiş gururun gözyaşı adına
Dağ başlarının mağrur ıssızlığı adına
Nar ağaçlarının kırmızı bereket çanı adına
Umudun umutsuzluktan ağır yükü adına
Kalbine inanmış bütün sevenlerin muradı adına
Yolların cezaya döndüğü uzaklıklar adına
Yolların bağışa döndüğü yakınlıklar adına
Saka kuşun çembercik kuşuna söylediği şarkılar adına
Şarabın mumla seviştiği geceler adına
Arzusu gövdesinde kalmış ölüler adına
Yüzü yere düşen çaresizlik adına
Kavuşmanın kekeme sevinci adına
Herkesten yapılmış duvarlar adına
Kendinden başka doğrusu olmayan büyük aşklar adına
O ışık goncasının arzusu ve korkusu adına
Benim kırk yıl gecikmiş avunmaz zamanım adına…

Aşkı bir gövdeden doğuran dünya
Sen koydun bu kalbi bu güzelliğin önüne
Ayrılığa bırakma beni
Ölüm bir gün nasılsa sürecek hükmünü…





Işıma

Adam bozkırın ruh atlası. Denizi susuyor. Kız, kirpikleriyle sonsuzluk veriyor sulara. Sonra bir söz oluyor, bir bakış…Işık gölgeye değiyor. Dünyanın bütün karıncaları yürüyor parmak uçlarına. Hayal oluyor. Heves, ten ateşini düşürüyor. Adam ömründen özgür. İki deniz bir uçuruma akıyor, korkarak, cesur. Gözyaşı boncukları veriyor adam kıza. Kız nar ocakları bağışlıyor. Yaz değil, taşlarda çileyen bir yaşama tutkusu. Salyangozlar ağustosböceklerine bırakıyor bahçeyi. Yaprakların duasına tutunuyor adam. Kızın saçları bir bulut türküsü ağzında. Günah, başkaları artık. Adam acıyla mutlu, kız korkuyla kanatlı…Kırmızı bir soluk, kırmızı bir solukla halkalanırken, bütün zamanlardan sesleniyor ölüm: Aşktan başka gerçeklik yok. Her şey dünyada olur. Sevincinizi sevin.

İki denizde iki ayrılık usul usul ışıyor… Aynı arzuyla çınlıyor iki soğuk zaman. Ey uzaklığın salkım bıçakları…Gün başlıyor yalnız gövdede…





Işık Heceleri

 
Damla damla akıyorsun gözlerimden.


*
Şimdi yanında olsam, ağzını dinlesem, saçlarını giyinsem, güzelliğinin göllendiği yatağı sevsem, sevsem…



Öyle bir hayal ecesisin ki, her yer sensin. Usul usul dökülen mimozalar, azalan limon çiçekleri, ayaklanan hanımeliler, deniz yaprakları, gülen güneşler, rayiha bahçeleri, bulutlu rüzgârlar…Tanrı da senin gibi var oluyor dünyada.


*
Günaydın sabah sevinci, uykulu gamze, kuyuların rüyası…Günaydın zaman tanrısı, ağzımda harflenen sonsuzluk, yürüdüğüm gökyüzü…Günaydın bulut türküsü, el çırpan ağaçlar…


*
Yastığa başını koyduğunda başucundaki boşluğa bak. Ayrılık diyordun ya…


*
Bir denizden bir denize kocaman bir ışık vuruyor. Işık gül oluyor. Gülün ortasında kırmızı bir ocak, ocağın ortasında dağılmış bir nar, narın her tanesinde dünya var. Yalnız seni sevmiyorum ben.


*
Usul bir sabah. Tanrı bu saatlerde var etmiş olmalı kendini. Açıklanamaz bir iyimserlik her şeyde. Nar ağaçlarına dedim ki, bir çocuk tanrıyı kalbimin hizasına getirdi; güzelliği incitmesin onu, kötülük değmesin eteğine. Kırmızı küçücük çiçekleriyle fısıldadı nar ağaçları: Rengimiz duadır ona, bereketimiz iyilik. Hanımelilere eğildim. Kokunuzu onun saçlarına verin, yastığında açın. Hazla gülümsedi hanımeliler: Kalbin biziz. Uzaklık ne ki aşk için… Mine çiçekleri, kırmızı-pembe-sarı, ayaklandılar: O deniz kıyısına, onun yalnızlığına göçelim mi? Zeytin ağaçları, püsenli yapraklarıyla uzandılar: Bizim meyvemizin sütü, ona uzun ömür verir; ellerimizle sağıp yapraklarımızla taşıyalım sofrasına. Acemboruları, dolandığı palmiyenin gövdesinden turuncu bir sevinçle eğildiler: Keşke ikinizin gövdesine sarılsaydık. Japon gülleri bir bağış gibi açtı gözlerini: Bu aşkın yaşaması için, kırmızı bir hevesten ve kederden başka ne verebiliriz? Muzlar, çocuk beşiği yapraklarını uzattılar: Bizim yapraklarımızı al; altınıza serin, üstünüze örtün. Hurmalar, begonviller, sokaklar dolusun turunç: Bize o kadar az göz, böyle derin bir sevgiyle bakar ki, görünmez acılar çekeriz bu yoksulluktan. Varlığınız, bizim de varlığımız…



Odan başımda dönüyor. Pencereden uzanan koru içimde uğulduyor. Sana ait ne varsa bir yaşama ayini. Zamanlar karıştı. Doğumum ne zamandı, ne zaman öldüm. Ödülüm neden cezam. Bir taş gibi susuyorum. Ey gecikmiş aşk, sen de bir yalnızlıksın bu yılkılık yalnızlıkta….


*
Uyandım. Yaşadığıma bir daha şükrettim. Birazdan kalkacaksın. Odan can bulacak. Eşyalar kirpik kirpik uyanacak. Aynan bayram yeri. Su değil parmakların akacak musluktan. Terlikler ayaklanacak. Giyindiğin her şey teninle sarhoş. Pencere, korunun rüzgârıyla öpecek ensenden. Işık, ışığa karışacak. Ben, bütün bunların ortasında, titreyerek bakacağım sana. İnsan nasıl ağlamaz bu büyük masala. Günaydın, beni doğuran sabah.


*
Dünya kan uykularda. Böyle bir yalnızlıkta seni düşünmek kadar büyük özgürlük yok. Kalabalık, yağmalıyor insanı. Senden uzak aldığım her soluk, ihanete dönüyor. Sadece sevmek değil bu. Bütün bir dünyasın. Gözyaşıyla, şiirle, şarkıyla, şarapla, mumla… ‘Üç nokta beş harf’ düştüğüm güzellik. Suyumu kanatlandırdın, taşımı buluta çevirdin, sözümü menevişledin…Sana şükürler olsun ey göklerin ve yerlerin sahibi. Derin uçurumlar üzerinden sevdin beni.


*
Uyuduğum rüya, uyandığım dünya…Bir deniz bir denize taşınacak bu akşam. Bir adam tiftiklenmiş pamuklar gibi çoğalıp duracak. Gece sokaklarına köpükler yürüyecek. Yalnızlık birden kalabalık olacak. Uzaklık susacak. Buluttan ve topraktan iki avuçla kucaklayacağım seni. Ağzın gözlerinden önce ışıyacak. Canımdaki göz göz hayal…Evin dünya artık…


*
Gerçek zamanla yüreğin zamanı nasıl karışıyor böyle…Usul bir gülümsemeyle yürüyorum. Kırmızı bir bulut yüzün. Bir çınar ağacının gölgesindeyim. Yapraklar değil saçların dökülüyor üstüme. Mavilikte bir görkem. Şarkılar dinliyorum. Parmakların, sesinden önce akıyor içime. ‘Uçan kuşlar sarhoş olur’ bir daha inanıyorum. Saka kuşlar bayram yerine çeviriyor alacakaranlığı. Öyle zamanlar bağışladın ki, ölüm de ayrılık da yitirdi hükmünü. Günaydın büyük güzellik. Acı sonsuzluk merhaba…





Züleyha Masalı

Sözlerimle bıraktın
Yusuf kuyusuna beni
Bir gök damlası yüzün
Uzaklaştıkça sonsuz
Sesin çekildi sesimden
Ağzım kumlar avazı
Kırk ayrılıkla sevdiğim
Kumaşım tarazlı gece
Boyam gözyaşı
O hareli zamanlardan
Ne bir kirpik yıldızı
Ne saçlarının sabahı
Götürdün çıkrığımı
Ağzıma gelişken dünya
Ey Züleyha masalı
Ben bir zaman yanlışıyım
Sen zamandan büyük güzellik
Elinde başkalarının sözü
Ölümün doğrusunu
Seç diyorsun şimdi bana
İpim yılan ıslığı
Kuyum çınlayan gövden
Ben o Yusuf’um
Ölümden sana gelen…